menfez 169
Umutsuz düşlerimden yapmayı istemediğim bir işim olmadığını farkederek uyandım. Yapmak istediğim de yok. Enerjik ve havalı günümde değilim. Hava güzel. Dünyayı tanımaktan memnunum. Yürümeye çıktım. Biraz deniz görelim. Doğru açıdan baktığında hepsinden bir güzellik bulursun. Ben her gün aynı denize bakıyorum ama farklı açılardan.
İnsanlar benden sıkılıyor mudur? Sanmam. Benim kendimden sıkıldığım kadar değil. İnsan zaten kendinden sıkılır, başta. Bu sıkıntıyı ona hatırlatacak birini bulunca yansıtır geçersin. Yoksa biraz daha açını değiştirince her manzara güzel. Enerjik değilim. Başka mekan aramıyorum.
Dünyaya dair anlayışsızlığımın temelinde herkesi kendim gibi sanmak varmış. İnsanların benim kendimi ne sandığımı bildiklerini umuyorum. Kendimi biliyorum. İnsanların beni bildiğini sanıyorum. İnsanların benim kendimi onların beni bildiği gibi bildiğini sanıyorum. Onların kendini bildiğini de sanıyorum. Bunların arasındaki farkı bilecek kadar anlayış sahibi olduklarını da sanıyorum. Ortada büyük bir sanma var. En iyisi bu sanmaları rüzgara bırakmak. Kendimi sandığım kadar insanları sanıyorum. İnsanlar da beni iyi biri sanıyor.
Günahkar bir adamım ve bu yüzden insanların da günahkar olduğunu sanıyorum mesela. Ancak bu günahlar benim günahlarım kadar büyük gelmiyor. Zenginin de, fakirin de günahları farklı. Biraz önce özel bir üniversitenin önünden geçtim. Zengin bir adam kendi adını vermiş. Bu insanlar zengin olmuşlar. Sonra üniversite kurmuşlar. Ona kendi adlarını vermişler. Bunu sadece çok çalışmalarına bağlayacak kadar saf değilim. Bu da benim günahım. Bir yerlerde başkalarının işlemediği, işlemeyi düşünmediği günahlar işlediklerini düşünüyorum. Ama bu günahlar, yani zenginin kurtuluşa ermesini devenin (daha doğrusu halatın) iğne deliğinden geçmesi kadar zorlaştıran günahların aslında o kadar da büyük olmadığını düşündüm. Neticede hepimiz bu sınırlı dünyada, sınırlı ömürlerle, sınırlı akıl, sınırlı ahlak, sınırlı doğruluk ve imkanlarla, kalacağımız çoğu imtihanla sınanmayarak ölüyoruz. Günahkara, zengin de olsa, fakir de, orta halli veya orta halsiz de olsa, günahkara insan olarak şefkat beslemek lazım. Biz şaştık. Çünkü biz insanız. Düşeriz. Sen düştüğünde Allah'ın yardımıyla kalktın. O henüz bu yardımı almamış olabilir.
Belki sen de henüz almadın. Allah sana sadece günahınla farkında olmadan yaşamayı öğretti.
İklimsizlik. Havan değişir. Sabah güneşli, akşam yağmurlu. İstanbul'un havası güzel. Severim bu havaları. Her havayı severim. Büyük konuşmak gibi olmasın. Benim havam da böyle değişir. Sabah başka, akşam başka. Bu yazıların değişmesi de bundan. Hayatın değişir, yazıların değişir, dünyan değişir.
İklimim var mı? Havan değişir ama bunun sınırları nedir? Hava kendiyle tutarlı olacağım diye zorlasaydı, dünyada yaşam olmazdı. Her gün aynı hava mesela. Değişmiyor, hep güneşli, hep rüzgarlı. Çok tutarlı insandır. Hiç değişmez. Her gün aynı lafları eder. Güvenilir bir insan. Böyle değilim. Ben değişirim.
Kırk yaşımdan sonra biraz daha değiştim. İklimim değişti. Fırtınalarım değişti. Eskisi, yani, ezelden gelen o bunaltıcı havalar azaldı. Fizyolojim de değişiyor muhtemelen. Sakallarım artık gri. Şeker yemediğim için zihnim daha berrak. Bu berraklık ve kırkın getirdiği özgürlük insanların söylediği çoğu şeye şefkatle yaklaşmama sebep oluyor. Bir şeye şefkatle yaklaşıyorsan, insan olduğunu mazur görüyorsun. Bu insanların içinde tutkuyla bağlı oldukları bütün o değerlerin ötesinde, sekiz yaşında da, seksensekiz yaşında da olsalar bir çaresizlik farkediyorsun. Üniversitenin sahibi senden daha iyi değil, çöpün yanında tiyatro oynayan dilenci de senden daha kötü değil. Bir yerde, hepsinin sonu içindeki hissiyatı nasıl idame ettirdiğiyle alakalı. O gün işleri kötü gitmiş zengin adamın, çöpten altın bulmuş dilenciden daha mutlu olduğunu sanmam.
[Menfez] #umutsuzluk #sıkıntı #zengin #fakir #mutluluk