Sabahları yazı yazmayı kendime yasakladım. Güne Xvc'ye bakarak başlamak istiyorum ama bugün zihnim fazla dağınık. Kendimi kandırmak için video çekeyim de anlatayım dedim ama arkaplan gürültüsünün eziyete dönüşmediği bir yer bulamadım. Benim de sesim fazla çıkmıyor sanırım. Mikrofonum bozuk. Yerim dar.

Emin Reşah karakterini yaklaşık 15 sene sonra öldürmeye karar verdim. Facebook ilk açıldığı zamanlarda Emre Şahin diye bir arama yapmış ve 70 küsur sayfa sonuç bulmuştum. Müstearın bir sebebi buydu, yani insanlar en meşhuru bir yönetmen olan başka Emre Şahin'lerle karıştırmasınlar. Diğer gayem de kendi ismimin anagramları olan birkaç karakter üretip, onların birbiriyle farklı mecralardan atışmasını, konuşmasını yazmaktı. Emin Reşah kafası karışık bir adam, Haşim Eren dindar bir hocaefendi, Hiram Neşe seküler bir Yahudi, Emre Şahin de etliye sütlüye fazla karışmayan bir yazılımcı. Diğerlerini geliştirmeye üşendim. Emin de müstear olduğu belli olan ismim haline geldi. Pessoa büyük adammış.

Emin isminin başka bir hikayesi daha var. Lisede altında isimlerin yazdığı fotoğraflar çekilirdi. Bir sene bunlardan birinde adım (fotoğrafçının hatasıyla) sadece Abdullah Emin diye çıkmıştı. Ben de o zaman Emin'in Emre Şahin'in kısaltması olabileceğini farketmiştim.

Aradan geçen 15+ senenin sonunda kendimi artık bu karakterlerden biri gibi hissetmenin zor geldiğini farkediyorum. Küçük meselelerden kaynaklı büyük korkularıma bakınca ene'l-hak safhasında olduğumu sanmam ama son zamanlarda insicamlı bir karakteri devam ettirmek, düşüncelerimi toplamak, bir kişilikle uzun süre zuhur etmek zor gelmeye başladı.

Bunda tabii ki kişisel sebepler var. Allah 7 senedir normal, evli bir hayat kurmama bitmeyen bir boşanma davasıyla ve kendisine derin bir tiksinti ve korkuyla bağlı olduğum bir takım insanlar yoluyla mani oldu. Ben de artık nasıl yaşamak istiyorsam öyle yaşayabileceğim, kimsenin eniştesi olmak zorunda olmadığım, hem şehrin ortasında bir keşiş gibi, hem sabahları koşmaktan akşamları hasırda uyurken nefes tutmaya sair oluşları deneyebileceğim yaş ve imkana sahip olduğumu farkettim.

Memleketin kadını da, erkeği de, dindarı da, seküleri de bende derin bir kaygı ve korkuya sebep oluyor. İnsanların ekseriyetinden makul bir mesafede bulunmak ve bir yandan da yalnız hissetmemek istiyorum. Bunlar gibi ruhun sair cereyanları çatışıyor. Bu çatışmadan da yazı doğuyor. Zamanında Esra'ya dediğim gibi, neticede bunların hepsi çektiğimiz acıdan kaynaklı ve acı ve çile yok olduğunda, yazı ve şiir de kıvamsızlaşıyor. Benim bu tuhaf hayattan da yorulduğum oluyor ama mahkumiyetimin hakkını vermeye çalışıyorum.

O yüzden asıl istediğim anlamlı hayatı ararken, Allah bana ne gibi imtihanlar verir bilmiyorum ancak burayı o imtihanların kaydı olarak kullanıyorum. Blogu yazmaya devam edeceğim. Zaten geçmişe baktığımda yapmaktan keyif aldığım ve kendim için anlamlı bulduğum nadir şeylerden biri bu yazılar. Yalan dolan bir doktora bitirmiş olsam beni buradaki 2500 civarı yazı kadar memnun etmezdi. Kimse bana bunlar için derece vermez ama en azından içinde yalan dolan yok.

Borges'in Kum Kitabı'nın başında söylediği hikayeler etrafımdaki az sayıdaki arkadaş için yazıldı sözünü ben de söyleyebilirim. Bir kişinin bile okuyor olması yazılara ihtimam getiriyor. En azından cümle kuracak, paragraf arası verecek bir özen bulabiliyorum. Sadece kendiminkilere değil, yazı çizi işlerinin geneline karşı bir tahfif hissim var, bu faaliyetlerin bazılarınca abartıldığı kadar önemli olduğu kanaatinde değilim ancak bu yazı faaliyetinin kendisinin sağaltıcı tarafını, çalkalanan ruhların durulduğu kağıttan bardaklar olduğunu inkar etmem. Emin'i öldürür, hakkını veririm.

Bir ara kitaplaştırayım diye düşünüyordum ama artık o heveslerim de kalmadı. Bir yerlere mensup olma, tanınma, meşhur olma, çeşitli ulvi sıfatlarla anılma gayem yok. Ben yazıyı Allah, dünya ve insanlarla olan münasebetimi not almak ve eğer benzer dertlerden mustarip zihinler varsa, onlara anlaşıldın demek için kullanıyorum. Zaman içinde Allah'ın bana yaz dediğine, ancak yay demediğine kanaat ettim ve bu yüzden de hayatımdaki gürültüyü artıracak cinsten pazarlama faaliyetlerine girişmiyorum. Allah isterse ihtiyacı olana burayı buldurur. İhtiyacı olmayanlar için de gürültüye dönüşmeye gerek yok.

Kitaplaştırmanın neden anlamsız geldiğini de şimdi daha net söyleyebilirim. Bir defa kağıda dökülüp ortaya sunulmuş bir eseri sonradan yok etmek, benim değil demek mümkün değil. Emin Reşah veya başka bir isimle bir yazar haline gelmiş olsaydım şimdiki sıkıntım daha farklı olurdu. Meşhurların neden yalınkat insanlara dönüştüğünü buradan anlamak mümkün, çünkü sahip olduğun ismi ve cismi bırakmak hemen hemen imkansız. Wittgenstein gibi çok azı ben o zaman yanlış düşünmüşüm deyip yeni bir işe girişecek zihin kabiliyetine ve cesarete sahip. O yüzden Dücane gibi kimileri kendisini meşhur eden mirasını ne tam reddedebiliyor, ne tam sahip çıkabiliyor ve arada yavan bir takım lafları sayıklayarak entelektüel hayatına devam etmeye çalışıyor. Bir isim ve cisim gayesinde olmadığım için şimdi Emin'e tekmeyi basıp, yallah diyebiliyorum. Bu özgürlük çoğu insanda mevcut değil.

Muhtemelen yazar ismini kaldıracağım ve yazıların çıktığı blogun domain'i (eminresah.com) de değişecek. Bir kişi mi yazıyor, on kişi mi yazıyor, yazarın adı ne bilinmeyecek. Bir ihtimal harfzen ismini kullanabilirim veya ilham gelirse başka bir isim bulabilirim. Yavaş hareket etmek niyetindeyim ve okumaya devam edenler için bir şey değişmesin isterim.

Allah Emin Reşah'a rahmet eylesin ve taksiratını affetsin.

[Yeni Yazılar] #emin reşah #yazı #ölüm #benlik #kitap #edebiyat #şiir