Dün Akmerkez'le vedalaşmaya gittim. Starbucks'ta oturup varoluşun dayanılmaz hüznünü hissederek bir miktar fotoğraf sildim. Hayatın bu kadar ayrılık dolu olmasının anlamını düşündüm. Bazıları mecburen, bazıları benim de dahlim olan ayrılıklar silsilesi. Dünyaya ayrılmaya gelmişsin dedim. Sen neleri atlattın, bunu da atlatırsın diye kendime gaz verdim. Gelecek sene nerelerde olacağız acaba diye düşündüm. Artık zihnimin ötesinden berisinden gitsin istiyorum. İnkar ederek bunu yapamazsın dedim kendime, sonra inkar da yas sürecinin parçası, bir süre inkar etsem de olur diye kendimi bağışladım.

Beklenen ölüm gerçekleşti. Önceki tecrübelerimden öğrendiğim kadarıyla birkaç hafta daha inkar etmeye, iyiymiş gibi yapmaya devam ederim. Ondan sonraki safha herhalde derin bir kırgınlık olacak çünkü ölüm beklediğimden daha sert ve keskin oldu. Nasipte böylesi varmış, böylesi gerekliymiş, falan filan.

Dün bütün o tefekkürü yapıp, fotoğraf silip, mutlu yas fotoğrafı paylaştıktan sonra yemeğe gittim. Sosa'da sipariş verirken kasiyer ne içersiniz diye sordu. İçeceklere baktım, çengelköy ayranı ilk sırada. Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre sesim çıkabilemedi. Adam birkaç defa daha sordu sanırım.

Bu sefer hiyerarşik değil. Bu sefer kırgınım. Onun iyiliğini istiyorum diyemiyorum. Hakkımı helal ettim diyemiyorum. Bu sefer unuttukça kırgınlığımı hatırlatacak bir iki görüntüyü kafamda, bir iki ses kaydını da telefonumda bıraktım ve gerisini yavaş yavaş, kendime uzun ince bir işkenceyle sakin sakin sileceğim. Tam bir ayrılık olsun diyordu, Allah'ın inayetiyle tam bir ayrılık olacak.

[Demzen]