Dünyayı değiştirmek gibi bir amacın var mı? Neleri değiştirmek istersin? Sana geniş bir iktidar alanı versek, ne yaparsın?

Bir gün iş görüşmesi yapacak olursam -- cevaplayan tarafta değil soru soran tarafta -- bu soruları sorayım. Daha başka sorular da sorabilirim. Devrime nereden başlayacaksın? Elinde bir giyotun olsa kimi gönderirsin? Hazırlanmadığı yerden gelsin.

Benim dünyayı değiştirme amacım kalmadı. Amacım var ama umudum kalmadı. Kendimden beklediğim bir devrim yok. Bu umutsuzluk yine de dünyayla ve üzerinde yaşayan insan namındaki canlıyla sulh olduğum anlamına gelmiyor. Sadece olduğu gibi kabul ettim. Sınırlar çizip, mümkün mertebe müdahaleye kapattım. Sınırlar da kimsenin gelip işgal etmek isteyeceği bir zenginlik barındırmıyor.

Bazen bu umudu, yani dünyayı ve insanları kurtarma umudumu neden kaybettiğimi düşünürüm. İnsanların aptallığı mı derseniz, eh, biraz tabii. Malzeme bu -- elimizden gelen bir şey yok ve malzemenin mühim olduğunu, yanlış malzemeyle doğru devrim yapılamayacağını tekrar tekrar gördük.

Eskiden fikirlerin başlı başına önem taşıdığını düşünürdüm. Sonradan fikirlerin ucuz ama insanlara bunu anlatmanın pahalı olduğunu farkettim. İnsanlara alıştıkları tarzda, mümkün mertebe kendi konfor alanlarında bir şey söylemen lazım. Hadi devrim yapalım desen yan sokaktaki esmer vatandaşlar dışında kimse beni dinlemez. Onlarla da en fazla bir yerleri soyacak kadar devrim yapabilirsin. Soymak için devrim yapacaksan şimdiki hırsızlara katılmak daha kolay.

Fikirlerin ucuz olmasının diğer tarafı işte insana göre, cemaate, sınıfa, topluma göre yoğrulup yeniden yazılabilmesini getiriyor. Zaman içinde fikirlerin, ideolojilerin, mezhep ve meşreplerin hep sahiplerine en çok yarayacak şekilde bulunduğunu, insanın kendini anlatma ihtiyacından kaynaklanan sözleri biraz fazla ciddiye aldığımızı düşünmeye başladım. Fikrin kendisine hala önem veriyorum ancak yapıp yıkılan, parçalara ayrılan ve yeniden yoğrulan bir araç olarak. Söylediklerimin çoğu insanın faydasına olmayışı bundan. Bir akış halinin fotoğrafı. Dünyayı her defa yeniden yazmadayım.

Bütün bunlar bende cynic bir taraf geliştirdi. Her şeye sınıfsal, her şeye maddi, her şeye fani, her fikre tutarsız diye bakınca tutunacak bir dal kalmıyor. Geçen dinlediğim bir yayında aşka, sevgiye cynic bakarsan, tabii ki ona inanman imkansızlaşır diye bir söz duydum. Ben öyleyim, evet, sadece aşka, sevgiye değil, insan mevcudiyetinin bütün hallerine cynic yaklaşıyorum. Hayatın, bu bahsettiğim sınırların hep bedel ödeyerek, bir şeylerden vazgeçerek, devamlı taviz vermek zorunda hissederek yaşamanın sonucu. Bütün güzelliklerin gerisinde neticede faturasını benim ödemem gerekecek bir olay vardır gibi geliyor.

Bunları depresif manada yazmıyorum. Çoğu insandan mutluyum çünkü haddizatında adaptasyon ve beklentisizlik gibi iki ırmaktan besleniyor bu cynic bakış. Sinisizme gide gide olanı olduğu gibi görmek dışında çıkış bulamıyorsunuz.

Hayatın genel sahteliğini tattıktan ve gelip geçen mevsimlerin insanları ve bünyemi nasıl değiştirdiğini gördükten sonra elimde inanacak, umut edecek bir tek nefesin kalmış olması normal. Her konuşan susacak, her gelen gidecektir. Ben dahil. Önce ben.

[Beher] #cynic #dünya #devrim #umut