Fıkıh deyince aklıma kalın kalın kitaplarda yazılmış uzun uzun hükümler geliyor. Sular ile başlayıp, şahit olduğum en ayrıntılı temizlik tarifleri, ibadetlerin en ufak ayrıntıları, kimin nerede ne gibi durumlarda ihtiyacı olacağını kestirmenin mümkün olmadığı hükümler.

Din deyince insanların aklına bu geliyor.

Zamanında fıkıh ve usulüyle ilgili bir şeyler okurken, aklıma şöyle bir soru üşüştü: Malum fıkhın kaynakları Kur'an, Sünnet, İcma ve Kıyas (ve İstihsan, Istıslah, Gelenek vd.) ancak bildiğim hiçbir fıkıh metni bir hükmün hangi usulle ortaya çıktığını etiketleyecek bir yol takip etmiyor. Yani şu haramdır, bu helaldir dediğinde, bunun herhangi bir ayetten doğrudan mı çıktığı, yoksa arada bir kıyas mı yapıldığı belli olmuyor. Şarap haram mesela, Ebu Hanife buradan şarap dışındaki sarhoş edicileri sarhoş oluncaya kadar içmek haram hükmünü çıkarıyor, talebesi İmam Muhammed de sarhoş edicileri sarhoş etmeyecek kadar dahi içmek haram hükmünü çıkarıyor. Bunların hepsinde yüklem haram, ayette haram diyorsa da haram, icma veya kıyas yoluyla çıkıyorsa da haram. Beni düşündüren, bu iki hükmün nihayetinde insanların hayatını aynı şekilde etkiliyor olmasıydı.

Yanlış anlaşılmasın, bu konuyu (elbette) benden iyi bilen, hayatını bu ilimlere vakfetmiş insanların söylediklerini ciddiye almadığımda, geleneği atalım, Kur'an'la başbaşa kalalım dediğimden değil. Bu iki hüküm çeşidi arasında bir fark olması gerektiğine inandığımdan. İşin içine insan aklı girdiğinde, hükmün de buna uygun şekilde işaretlenmesi gerektiğini, yoksa insan aklı ile ayeti aynı kefede değerlendirmek olacağını düşündüğümden.

Konuyla ilgilenenler bu hükümlerin hangisinin ayetle, hangisinin Hz. Peygamber'in uygulamasıyla, hangisinin fakihlerin ictihadıyla oluştuğunu biliyor. (En azından öyle kabul edebiliriz.) Ancak ortalıkta ilmihal diye dolaşanların hemen hiçbirinde böyle bir usul yok.

İkinci sıkıntım daha sonraları Case Based Reasoning <http://en.wikipedia.org/wiki/Case-based_reasoning>__ ve Analoji (kıyas) tabanlı akıl yürütme ile ilgilenirken ortaya çıktı. Kitab-ı Kerim'in indirilişi gayet case based olmuş, yani durumlar ortaya çıktıkça, yeni hükümler inmiş. Bütün hükümler baştan yazılı gelmemiş. Ancak sonraki fakihler, bu hükümlerin hepsini tümevarım ve tümdengelim içinde, gayet geniş ve genel değerlendirmişler. Hükümlerin durum kaynaklı tabiatı ortadan kalkmış ve herkes için bütün durumları tarif etmeye çalışan kitaplar ortaya çıkmış. Bunlar da, tabii ki akla gelen tüm ayrıntıları yazmak zorunda kalmışlar.

Bu ise, işin tabiatını ölçülebilir, gözlenebilir kuralların temel alındığı bir şekle getirmiş. İnsanların ihlasını artırmak gibi bir amaçtansa, ayrıntılı su hükümleri koymak ve bunları tartışmak daha kolay gelmiş. (Çünkü ihlas pek de ölçülebilir bir şey değil ama suyun kirli olup olmadığını anlamak mümkün.) Sonunda elimizde din adına maksadını düşünmekten uzak olduğumuz, içi boşaltılmış bir hükümler demeti kalmış.

Hükümler hoşuma gitmediğinden, yanlış olduğundan, daha iyi hükümler olabileceğini düşündüğümden değil. Velakin ex libris değil, ex hominem, yani kitaptan başlayıp insanlara bakan değil, insanlardan başlayıp kitaba bakan, insanları kitap için değil, kitabı insanlar için gören bir anlayışa ihtiyacımız olduğunu düşündüğümden. Ömrünü yazılı dedikodu ile geçiren akademisyenin hayatın ortasındaki peygamberin varisi olmasını zor gördüğümden...

Nihayetinde günümüzde ya gelenekten başka yol yok diyen, ya da yıkalım geleneği, dönelim ilk kaynaklara diyen iki temel görüş belirmiş. Gelenek bizi getire getire bugüne getirdiği, ilk kaynakları da bağlamlarından soyutlayıp incelemek mümkün olmadığı için sonunda kendi çevrelerine hapsolmuş iki anlayış. Şahsen bu derdin devası olarak da birbuçuk binyıldır İslam adına söylenen her şeyi derece derece kaynak olarak gören ancak bütün fıkhın özünün kişilerin ve toplumun bulunduğu durumdan daha iyi duruma inkılabı olduğunu unutmayan bir anlayış hayal ediyorum. Herkesin, her durumun, her milletin, her topluluğun kendine has arızaları olduğunu ve din adına söylenenlerin bu arızaları derinleştirmek adına değil, gidermek adına söylenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bunun nasılını da şimdi değil, unutmazsam, sonra yazayım.

[İslam ve Teslim]