Katuskoti
/Katuskoti/ Budist literatüründe bir sözün alabileceği dört doğruluk değerini ifade ediyormuş. Dört köşe demek. Istılahen, bir önerme (1) sadece doğru, (2) sadece yanlış, (3) hem doğru hem yanlış veyahut (4) ne doğru ne yanlış olabilir anlamına geliyor.
Bu Aristo'nun Ara Durumun Reddi fikrisabitine dayanan mantığa ters. Batı mantığı bir önermenin ya doğru, ya yanlış olduğunu söylüyor. 20. yüzyılda çeşitli araştırmacılar elinde değişse de, günümüzde dahi, mantık ve matematik bu PEM (Principle of Excluded Middle) veya tertium non datur prensibine sadık. Günümüzde hemen hemen tüm bilim uygulamalı istatistik haline geldi ve istatistik, sıfır hipotezi (null hypothesis) ile alternatif hipotez arasında, mantığa dayalı bir ya - ya da çatışması üzerine kurulu.
Budistlerin düşüncesine göre Katuskoti bile bazı durumları açıklamakta yetersiz kalıyor. Geleneklerinde Buda'dan sonraki en büyük felsefeci sayılan, Mahayana geleneğinin kurucusu Nagarjuna, aydınlanmış kişinin öldükten sonra ne olacağı sorusuna, bu dört durumun da yetersiz kaldığını söyleyerek cevap vermiş. Ölür mü? belli değil, ölmez mi belli değil, yaşamaya devam eder mi, belli değil, ne olacağı belli değil yani.
Batı'daki manasıyla mantığın tarihteki önemli uygulamalarından biri İslam hukuku ve Kelam. Bugün tuhaf gelebilir, ancak dini kuralların ve inançların hemen hepsi, bir şekilde, mantığa dayanıyor. İslam akıl dinidir diyenler, İslam'ı mantığa göre şekillendirdik demek istiyor bir ölçüde.
Dinin mantıklı olmasında bir sorun yok. Bununla beraber, bu mantığı yenilemekten bahsedince, diken diken olacak tüylerle sorunum olabilir. Ehl-i Sünnet olsun, Şia olsun, yaşayan büyük İslamî ekollerin hepsi, bir şekilde vahiy + gelenek + mantık üzerine çalışıyor. Burada mantığın yeri, modern düşünceye nazaran geride, tali bir yer. Ancak vahiy ve geleneği nerede nasıl kullanacağımızı mantığımız belirliyor.
Bir insanın ya müslüman, ya inançsız olması mesela, bir mantık kurgusu. Dinî edebiyatı iyi bilen birine, falanca hem müslüman, hem kafir desen, bir süre suratına alık alık bakar, sonra güler, sonra da ollur mu öyle şey yaaa diyerek sözümüzü çürütmüş olur. Falanca ne müslüman, ne kafir desen hakeza.
Ancak bunlar o kadar da kolay kavramlar değil, bir insana etiket olarak kolay yapışmayan cinsten kavramlar. Şiilerin bazı inançları için Sünnilerin pek de hoş düşünceleri yoktur, (tersi de doğru), buna rağmen birbirlerini siyaseten tekfir etmekten kaçınırlar. Aynı kitaba inanıyoruz sadece zamanı gelinceye kadar savaşımızı erteledik demek gibi bir şey, şu sıra canımız farklılıkları görmek istemiyor demek gibi. Falanca imamın veya ayetullahın masum olduğuna inanan birine, (Ehl-i Sünnet nazarından) hem müslüman, hem müşrik demek o halde o kadar anlamsız değil. Yarın işin rengi değişince söyleyeceğini bugünkü sözüne de ekliyorsun. Zamanî mantık.
Allah'ın hem kâdir-i mutlak, hem âlim-i mutlak olduğu halde, mahlukatının acı çekmesine nasıl müsaade ettiğini, alıştığımız mantıkla izah edemiyoruz. Burada, arızanın mantıktan değil, teizmden kaynaklandığını söylemek çoğuna daha kolay geliyor, ancak mahlukatın anlaşılmasında bile her zaman çalışmayan mantığın, Allah'ın zatı hakkında fikir edinmekte kullanılması daha büyük garabet.
Naçizane, Allah'ın zatı hakkında, onun yeryüzündeki fiillerinin ve onların işaret ettiği bilginin ötesinde bir fikir edinmemizin mantık ve lisana dayanan herhangi bir araçla mümkün olmadığı kanaatindeyim. İmanla aşılacak denize mantıkla köprü kurmaya çalışınca, ortada kalıyoruz.
Mantığı bir veri kabul eden Fıkıh ve Kelam'ın, bundan kaynaklanan hükümlerini yeniden düşünmek gerektiği herkese makul gelmeye başladı herhalde. İşim bu olsaydı, bilgim sınırlı olmasaydı mesaimin büyük kısmını yeni mantığın, yeni Fıkıh ve Kelam usulü oluşturmakta nasıl kullanılabileceğine ayırırdım. Şimdilerde dinde yenilik hevesindekilerin, aslî kaynaklara gitmeye niyetlenmesi gibi değil, İslam'ın (müctehidler, alimler, mutasavvıflar ve gelenek de dahil) tüm kaynaklarını, hangi usulle okuyabileceğimizi anlamaya çalışırdım.
Internet devrinde İslam'ın asıl meselesi bu olacak. Artık insanlar dini tek bir kaynaktan öğrenmiyorlar ve taklit müessesesinin hükmü kalmadı. Elimizde aynı konuda farklı hükümler vermiş bir çok alim var. Bunların nasıl değerlendirileceği, hangisinin hangi hükmü ne kadar mantığa dayandırdığı ve bu mantığın ne kadar doğru bir mantık olduğunu ele almak gerek.
Yapacak ne çok iş var.
Mehr Zeit.
[Bilgiyi Bileni Bilmek]